KARANTİNA GÜNLERİ VE HAVADAN SUDAN

Sevgili Dostlar
Uzunca bir aradan sonra yeniden bir şeyler söylemek istedim.Yazar Stefan Zweig’ın Mecburiyet adlı eserinde insandan ve zamandan kaçmak diye bir sözü vardır. Bu günlerde insanlardan kaçmasak dahi mecburen uzaklaşıyoruz, ama yaşadığımız bu zamandan kaçmak isteği bende son derece güçlendi.
Gerek mümkün olduğu kadar ev içinde kalmak ve gerekse bu dar alanda yapılacakların kısıtlı olması insanı yeni arayışlara itmekte ve bu bağlamda ben de önce en iyi becerebildiğim kitap okumayı birincil meşguliyetim olarak uyguluyorum. Ancak bu benim için yeni bir şey değil ve burada bir şeyin altını çizmek isterim. Kitap okumayı hiç bir zaman vakit öldürmek vasıtası olarak görmemiş, ama yaşam denen olgunun çeşitli versiyonlarını tatmanın, onu güzelleştirmenin ve nihayet öğrenmenin en önemli yolu olduğuna inanmışımdır. Okuduklarım arasında daha önce okuduğum Albert Camus’un Veba’sı ve daha önceden filmini gördüğüm ancak kitabını nedense okumadığım George Orwell’in 1984 adlı başyapıtları vardı. Her ikisi de tam yaşadığımız günlerin okunası eserleri. Bu arada uzun süredir düşündüğüm Karakalem resim çalışması yapmayı gerçekleştirmek üzere bulduğum bir program vasıtasıyla egzersizler yapıyorum ve laf aramızda elim oldukça yatkın olmasına rağmen bayağı zorlanıyorum. Aslında evde kalma olayının beni en çok rahatsız eden tarafı, alışkın olduğum günlük 45-50 dakikalık yürüyüşleri yapamamaktı. Bu beni çok üzüyor ve sanki yeterli hareket edememe sonucu normal yürütüşte bile zorlanacağım gibi tuhaf endişelere kapılıyordum ki neyse artık bu kısıtlamadan kurtulduk ve zorlanmadan kaldığım yerden devam ediyorum.
Bu sakin günlerin bir faydası da beni önemli bir tanışımın bu günlerin getirdiği sessizliği hatırlatması ve bu kıymetli olgudan (sessizlik) faydalanarak düşünmeye yöneltmesi oldu ve bu bağlamda aklıma gelen bazı düşüncelerimi paylaşayım istedim.
İlk aklıma gelen düşünce, arkadaşlık ve daha ileri insan ilişkileri… Arkadaşlık kelime olarak bile çok güzel, ancak bu biraz yüzeysel kalarak da sürdürülebilecek bir ilişki. Bununla birlikte silah arkadaşlığı, hayaarkadaşlığı, kader arkadaşlığı gibi nitelendirilen arkadaşlıklar vardır ki bunların yalnız adı arkadaşlık olup aslında genel anlamda sözü edilen arkadaşlığın çok ötesinde bir anlam taşırlar. Ama dostlukta veya daha duygusal bir yakınlaşmada işler çok değişiyor. En başta, sade bir arkadaşlığa nazaran daha fazla saygı ve ilgi gerekmekte ve de beklenmekte. Karşısındaki kişiye özverili davranmak ve karşıdan da onu beklemek gibi hayli zor ve incelikli hareket ve duyguların bu gibi derin ilişkilerin olmazsa olmazı olduğunu belirtmeliyim. Kendiniz bu vecibeleri özenli bir şekilde yerine getirmeye çalışırken karşınızdaki kişiden aynı duyarlılığı görmediğiniz takdirde ilişki, bir yerde tavsıyor ve nihayetin de kopuyor.
Kendi yaşamımı şöyle bir gözden geçirdiğimde ve bu günlere dek karşıma çıkan çeşitli kişileri anımsayıp, onlarla olan ilişkilerimi kıymetlendirdiğimde benim de geçmişte hiç bir özürün arkasına sığınarak hoş görülemeyecek bazı yanlışlar yapmış olduğumu görüyorum. Bunlar gençlik ve tecrübesizliğin, henüz olgunlaşamamanın sonuçlarıydı şüphesiz, ama yıllar geçip yaşam deneyimleri arttıkça bu gün onaylamadığımız bu davranışların tekrarının hoş görülemez olduğunu düşünmekteyim.
Bir de anlamakta hayli zorlandığım ve sonuçta ilişkinin yürütülmesi zor olaylar var. İlişkilerde birçok konuda ayak direyen, kendini daima haklı gören ve konu ne olursa olsun bir itiraz refleksi gösterenler. Kanaatimce bu kişilikler bir şekilde kendilerini yaşamın merkezine koymakta ve ben ne dersem odur diye düşünmekte… Hele belirli bir yaşa erişmiş bu insanların huyunu değiştirmek mümkün olamayacağına göre en doğru hareket sakince onlardan uzaklaşmak olacaktır.
Bu düşünme sürecinde diğer bir konuda insanları sevmek olgusu. Bence, karşılaştığınız insanı anlayabilmek ve insanları sevmek söylemini yaşama geçirebilmenin birinci yolu empati yapmak, yani yerine geçtiğiniz karakterin davranışlarına anlam verebilmek çabasıdır. Eğer kendimizce anlamlandırabildiğimiz davranışları onaylamıyor veya onaylayamıyorsak, doğaldır ki ilişki kurmamız veya devam edegelmekte olan ilişkimizi sürdürebilmemiz de mümkün olmayacaktır. Bu durumda o kişiden nefret etmek gibi korkunç bir duyguya kapılmak değil, ama o kişi ile ilişki kurmak ondan hoşlanmak veya sevmek, zor hatta imkânsız olacaktır. Ancak bu geneli kapsamayan sevememe hali insanları sevmemek (sevememek) olarak nitelenemez. Bütün bu düşüncelere rağmen yine de gayret gösterip zor da olsa anlamaya çalışmalı ve mümkün olduğunca insanları sevmeli, diye düşünüyorum. 
Son günlerde üzerinde düşündüklerim bu konular oldu. Sizlerle de paylaşmak istedim. 

Sevgiyle kalın
Kerrar Kaptan




Comments

Popular posts from this blog

Başlangıç